Bu Blogda Ara

27 Ekim 2009 Salı

Hong Kong Peak

Hong Kong günlerine devam ediyoruz.Adından da anlaşılacağı üzere, şehrin en tepe noktası burası. Deniz seviyesinden tam tamına 552 metre yukarıdasınız. Manzara süper, şehir 360 derece görülebiliyor, gündüz ayrı güzel, gece ise şehrin ışıklı hali bir başka güzel gözüküyor.
Gittiğimiz gün çok tesadüfi bir şekilde Çin Halk Cumhuriyeti' nin kuruluş gününe denk geldik ve resmi tatildi. Haliyle oldukça fazla sıra vardı. Yarım saate yakın bekleme süresi sonunda içeri girdik. Gişede gidiş dönüş mü yoksa tek gidiş mi şeklinde bir soru gelince önce afalladım, bir an gişedeki çekik kamile "kardeşim Hezarfen Ahmet Çelebi miyiz yukarıdan uçarak mı aşağı ineceğiz" diye sorsam mı dedim ama sonra vazgeçip gidiş dönüş bilet aldık. Bu sorunun neden sorulduğunu yukarı çıktığımızda anladık tabi. Dönüşte öyle bir sıra var ki, gerçekten uçarak dönmek isteyebilir insan. Neyse ki karayolu ile de ulaşım var buraya, taksi veya iki katlı Londra otobüsleri ile dönülebiliyor. Haliyle dönerken o sırayı beklemeyip karayoluyla dönmeyi tercih ettik.
Neyse devam edelim biz, gişeyi geçtikten sonra 10 metrelik bir koridoru sağlı sollu kullanarak minyatür bir müze oluşturduklarını görüyorsunuz.
1888 yılından beri Peak Tram adını verdikleri cable car/tramvay benzeri araç sizi yukarı taşıyor, bu müze de kuruluşundan bugüne kadar olan süredeki gelişimi yansıtmaya çalışıyor. Sistem bizim Tünel veya Kabataş' ta kullanılan füniküler sistemin aynısı. Müzede insan gücüyle taşınan tek ve çift kişilik kabinlerden eşeklere geçiş, ardından ilk tramvayın kullanımına başlanması, bu tramvayın teknolojik gelişimi, kıyafetler, fotoğraflar, kullanılan alet edavat vs. yer alıyor.
Tramvay ile yukarı çıkışta zaman zaman 70 derecelik eğimler bulunuyor, insan neredeyse yatar pozisyona geliyor. Yolculuk 2-3 dakika kadar sürüyor, sonrasında geniş bir alana varıyorsunuz. Bir tarafta 4 katlı bir AVM, diğer tarafta ise uzay gemisi benzeri bir yapı. Esas manzara bu yapının en üst noktasından, Sky Terrace denen yerden görülüyor ve bu en üst noktaya çıkış ekstra ücretli. Uzay gemisi görünümlü yapının esas feyz alındığı nesne bir wok tavası!! İçeri girip bitmek bilmeyen yürüyen merdivenleri aşarak kat kat yukarı doğru yol alıyorsunuz. Her bir katta hediyelik eşya dükkanları, restoranlar, mağazalar sizi bekliyor. Bitmeyecekmiş gibi gelen yukarı çıkma işi, bir gişe geçişi ile son buluyor. Sky Terrace adı verilen bölüme çıkış daha önce de söylediğim gibi ücretli, eğer aşağıdaki gişeden almadıysanız tüm o yolu geri dönüp yeninden almanız gerekiyor, aman dikkat..
Adamların kuruluş yıldönümü sebebiyle saat 20:00 de havai fişek gösterisi başlayacağını öğrenince, önce karnımızı doyuralım sonra da çıkıp havai fişekleri izleriz dedik. Bubba Gumba adlı karides restoranına yazıldık ve menüde gördüğümüz tereyağlı karidesten yemek öncesi ortaya sipariş verdik. Yahu bu nasıl bir lezzettir, gerçi mutlaka güzel yapan yerler vardır fakat benim denk geldiklerim içinde İstanbul' da veya Ege' de herhangi bir restoranda böyle tereyağlı karides yiyemezsiniz. Enfes enfes, yemek yerine 2 porsiyon daha söyleyip sadece bununla doydum resmen..Tavsiye ederim, yolunuz düşerse mutlaka deneyin.
Saat sekize yaklaşırken yemeği bitirip havai fişek gösterisini izlemek üzere yukarı çıktık ki gişede bir sıra, akıllara zarar. Güvenlik görevlileri yukarısının aşırı kalabalık olması gerekçesiyle insanları geçirmiyorlar. Bu anons sonrası büyük bir kısmı kös kös geri döndü, fakat yemezler. Benim gibi düşünen toplamda 10-12 çakal başladık güvenliği yormaya :) Ara sıra yukarıdan inen kişileri gösterip bak iniyorlar hadi al hadi al diye başının etini yemeğe başladık, adam sonunda pes etti ve yukarıdan inen oldukça sıradan yollamaya başladı. Ve sonunda yukarıdayız :)
Kalabalık adamların korktuğu kadar var, herkesin elinde fotoğraf makinesi, kameralar, bazıları profesyonel sanırım, ayaklı üst modeli makinelerini kurmuşlar. Aşırı bir insan topluluğu gerçekten, fakat manzara nefes kesici..Tam o sırada havai fişek de başladı, neyse ki çekiklerin alayı kısa boylu, arka tarafta da kalsak boy avantajıyla gösteriyi eksiksiz izleme imkanı bulduk. Yaklaşık 40 dk. kadar süren gösteri sonrası insanlar yavaş yavaş dağılmaya başladı. Tüm Hong Kong u esir alan Starbucks burada da yerini almış, bizde inip birer kahve içmek üzere buraya yollandık. Oturunca anladık ki bütün gün haldır haldır ordan oraya koşturmaktan yorgun düşmüşüz, birer puro yakıp, ayakları uzatıp dinlenmeye geçtik. İniş için kabus gibi çoğalan sırayı beklemeyip karayolunu tercih etmiştik hatırlarsanız, bakıyorum hemen unutuluyor :)
Bir sonraki gün, ver elini Macau, o da geliyor herşey sırayla..

22 Ekim 2009 Perşembe

Fashionable İstanbul


Uzakdoğu arası şu sıralar en çok ilgi çeken ve davetiyeleri karaborsaya düşen, milletin davetiye için sağı solu yorduğu, birbirini yediği bir defileden bahsetmeden olmaz tabi;
23-25 Ekim tarihleri arasında İstanbul Dolmabahçe Sarayı' nın hemen önünde denizin üstüne kurulacak platformda yapılacak defilelerde sanıyorum markalar anlamında bir ilk yaşanacak. Daha önce ülkemizde defile yapmayan Roberto Cavalli, Salvatore Ferragamo, Gianfranco Ferre, Vivienne Westwood ve Missoni markalarının koleksiyonları, dediklerine göre! dünyaca ünlü mankenler üzerinde sergilenecek, sonrasında da davetliler partileyecek. Tabi ki bu partileme esnasında çakalların alayı mankenleri nasıl indiririz peşine düşecek o ayrı :)
Partiler Cuma akşamı Reina, Cumartesi akşamı Les Ottomans ve Pazar akşamı Anjelique te olacak, aklınızda olsun.
Tekrar hatırlatayım, davetiyesiz girilmiyor, kapıda geri vites olmasın :)
Ayrıntılı bilgi için http://www.fashionableistanbul.com/en/

20 Ekim 2009 Salı

Hong Kong

Uzakdoğu seyahati çok keyifli geçti de,
şu domuz gribi evraklarını doldurmaktan içime fenalık geldi!!Benden size tavsiye, eğer 10 gün civarında bir seyahate çıkacaksanız ve 2-3 farklı ülke gezecekseniz mutlaka yanınızda kaleminiz olsun ve ilkokul günlerinizdeki kadar sık yazı yazmaya hazır olun..
Gelelim seyahate; uçak yolculuğu fazlasıyla bayıcı, iki film izliyorsunuz, yemekler, içecekler, kahvaltılar gelip gidiyor, uyuyorsunuz, uyanıp kitap okuyorsunuz ama 10 saat yol bir türlü bitmek bilmiyor. Şanslıydık ki THY nin filosuna yeni kattığı 3 kiralık Boeing 777 den biriyle uçtuk, her koltukta bulunan multimedya ekranı, diğerlerine göre nispeten daha rahat koltuklar olabilir ama, uzun yolculuklarda business ve first class uçmanın gerekliliğini ve ne kadar önemli olduğunu şahsen anlamış oldum. Hong Kong a iniş sonrasında bavullarımızı aldığımızda teknoloji kendini göstermeye başladı. Bavulları aldıktan sonra pasaport kontrolüne gitmek için metroya biniyorsunuz!
Pasaport kontrolünden geçtikten sonra Hong Kong üstadı arkadaşlarımızın tavsiyeleri üzerine taksiden çok daha hızlı, konforlu ve ucuz olan hızlı trene bindik. Tren 140 km hız yapıyor, bindikten tam 20 dk sonra şehir merkezindeydik. Şunu da hemen belirteyim, uçaktan inip havaalanından çıkıp gökyüzünü görene kadar tam 45 dk geçti, o kadar büyük bir yer :)
Aslına bakarsanız Hong Kong a gitmek üzere uçağa bindiğimizde, şimdiye kadar gördüğümüz resimlerden edindiğimiz fikirler ve hayal gücümüzün de etkisiyle çok gelişmiş, 8-10 şeritli yolları olan, ultra modern bir şehir bekliyordum. Gökdelenlerin fazlalığına bir diyeceğim yok fakat yollar, caddeler düşündüğümüzün tam aksine oldukça dar, bazı sokaklar sadece bir arabanın geçebileceği kadar. Mesela Times Square lafını duyunca insanın aklına New York modeli geniş bir meydan, ışıklı reklam tabelaları geliyor, fakat gittiğimizde gördük ki, herhangi bir apartmanın bahçesinden daha büyük olmayan bir meydan düşünün, arkasında da Akmerkez benzeri ama 7-8 katlı daha büyük bir AVM, zaten o ufacık alan da insan kalabalığından görünmüyor bile..
Bunda kara parçasının küçük, yerleşim ve nüfusun fazla olmasının etkisi büyük. Hong Kong 3 büyük adadan oluşan ama aslında toplamda 235 kadar adanın birleşiminden meydana gelen özerk bir bölge. Temelde Çin' e bağlı fakat kendi para birimi var, pasaportunuza Çin' den farklı olarak başka bir ülke gibi damga vuruluyor.
Hayat pahalı, gittiğimiz akşam Lan Kwai Fong denen bölgede bizim Nevizadeyi andıran barlar sokağı tipli bir yere gittik, sıradan bir Beyrut lokantasında yemek yedik ve İstanbul' da lüks bir restoranda ödenecek hesap kadar para ödedik.
Hava müthiş nemli ve sıcak, neyse ki heryerde klimalar son sürat çalışıyor. İnsan dışarıdayken klimalı bir ortama girdiğinde önce bir ürpermiyor değil, bana bile serin gelen yerler oldu düşünün, dede seni düşünemiyorum valla, zatülcempt falan olursun aman diyim atletini giy :)
Yiyecek sıkıntısı asla çekmezsiniz, aklınıza gelebilecek her türlü mutfak, ucuzundan pahalısına her tipi var, ayrıca uluslararası fast food zincirleri de mevcut. Bunun dışında Spaghetti House, Fat Angelos gibi bizim damak tadımıza uygun yerel yemek zincirleri de bulunuyor. Starbucks her yerde, hemen her köşede. Bir plazanın üçüncü katında, alakasız bir binada corner olarak beliriveriyor, resmen esir almış oraları.
Alışveriş ise hele bizim gibi meraklıysanız insanı çıldırtır. İstinye Park' ın meydan kısmında yer alan lüks markalar haricinde Salvatore Ferragamo, Chanel, Hermes, Hogan, Armani Exchange, Vilebrequin, Neimann Marcus gibi ülkemizde yer almayan markalar Hong Kong' un Pacific Place, Times Square, Elements vb. alışveriş merkezlerinde, bizim AVM lerdeki Zara, Mango, LTB gibi yanyana dizilmişler, insan görünce afallıyor. Özellikle Times Square ve civarında sayısız butik var. Causeway Bay ise Nişantaşı' nı andırıyor, her sokak boydan boya mağazalarla dolu.
Toplu taşıma müthiş, gerçi biz bir kere Peak dönüşü inanılmaz kalabalıktan yırtmak için bindik ama her an her yerde iki katlı otobüs var ve taksiler gibi ful klimalı. Bunun dışında adamlar üç büyük adayı bir metro sistemiyle öyle güzel bağlamış ki, yerin altına doğru inen ters apartman inşa etmişler resmen. 4 katlı bir metro düşünün, hangi bölgeye gidecekseniz krokiden bakıp ilgili kata inip oradan metroya biniyorsunuz. Gideceğiniz yer biraz uzakta mı? Dert etmeyin canım, aktarma yapacağınız noktalar her durakta, her yürüyüş yolunda ve her duvarda yer alan haritalarda belli, bir metrodan inip, ilgili kata geçip diğer bir metroyla gideceğiniz yere varıyorsunuz. Jeton almak için bizdeki gibi gişe yok, haritadan gitmek istediğiniz istasyonun ismine dokunuyorsunuz, ekranda fiyatı beliriyor, eğer birkaç kişi iseniz kişi sayısını da giriyorsunuz, ardından toplam bedeli makineye jeton atar gibi atıyorsunuz, biletler elinizde. Duraklarda metro bizdeki gibi rüzgarıyla birlikte 1 metre yakınızdan geçmiyor, duraklar camekan kafeslerle kaplı, metro durağa geldiğinde önce kafes kapıları açılıyor, sonra da metro kapısı açılıyor.
Metroya binerken durak duvarı ile metro arasında sadece 5 cm boşluk kalmış fakat ona bile yazılı, ışıklı, sesli uyarı yapılıyor. Metronun durağa yaklaşırken hangi taraftaki kapısının açılacağı bile hem ışıklı, hem yazılı hem de sesli olarak belli, olabilecek tüm uyarıcılar var. İnsan bu kadar uyarıcıyı karşısında görünce biraz aptala bağlıyor, mesela yürüyen merdivene bineceksiniz, tam adım atıyorsunuz hoparlörden lütfen trabzanı tutun diye anons yapılıyor, aynı anda trabzanın hemen yanında aynı uyarı ışıklı/yazılı olarak dikkatinizi çekiyor.
Taksiler müthiş konforlu, bizdeki gibi daracık Fiat Albea, Renault Clio gibi araçlara mahkum değilsiniz. Kurtlar Vadisindeki model, o işin bile ştandartı var :) Tüm taksiler LPG ile işleyen sedan Toyota, klima her zaman açık, 5 kişi rahat rahat sığıyor ve arka koltuk bacak aralığı son derece geniş, kocaman da bir bagaj.
Şehirdeki arabaların çoğu Japon markalarına ait bizde bulunmayan modeller. Toyota ve Nissan' ın enfes minibüsleri var. Infiniti ve Lexus dışında S Class Mercedes, 7 kasa BMW ler bizdeki Tofaş modelleri gibi her yerde. Lüks araba sanki bir ihtiyaç, olmazsa olmaz gibi, normal araba oldukça az var. Bir de dikkatimiz çeken şu oldu, gördüğümüz son model Porsche lerin hemen tamamında bayan şoförler vardı.
Şimdilik bu kadar genel bilgi yeterli zannediyorum, bir sonraki yazı konusu Hong Kong Peak :)

15 Ekim 2009 Perşembe

Bayram Gezmesi

Çeşme, Alaçatı ve 7800
Biraz geriden geliyorum aslında, yeni bayram geliyor, ben geçtiğimiz bayram tatilinde yaptıklarımızı anca anlatabiliyorum ama idare edin artık, bu aralar oradan oraya koşturmaktan yetişemedim yazı işine..Daha sırada Uzakdoğu var, oda gelecek merak etmeyin, sabır en büyük erdemdir :)
Malum bayram tatili bu sene hafta içine oturmadığından 4 gün ile idare etmek zorunda kaldık. Hiç aklımızda yokken çok yakın bir arkadaşım "biz İzmir' e gideceğiz, 1-2 gün kalmayı planlıyoruz, haydi siz de gelsenize" şeklinde bir teklifle gelince, kalbi kırılmasın! diye e iyi bari diyerek yancı modeli yazıldık.
Neredeyse bütün İstanbul-İzmir yolunun çift şerit haline gelmesi artık karayolu gidişini çok rahatlattı. Susurluk Outlet' e kadar geniş geniş gelip, birer tost atıp, üstüne de Starbucks kahveyi yuvarlayıp mola sonrası yola koyulduğunuzda 5.5 saat sonra ver elini İzmir. Bu arada çift şeritli gidiş gelişe duble yol deniyor ya, şu duble yol lafına da hastayım, rakı içer gibi ne demekse..Manisa' dan İzmir' e giden orman içi yolun bitiminde, tepeden İzmir gözlerinizin önüne yayıldığında, insanın içinde bir ferahlık hissi oluyor. Tepeden aşağıya doğru inerken yine bu İzmir tam yaşanacak şehir diye düşündüm. Hava her zamanki gibi yaz bitmesine rağmen son derece sıcaktı, gece boyu yolda olduğumuzdan aynen yatışa geçip dinlendik. Tabi bazı uykusuz arkadaşlarımız biz uyurken gene attı kendini sokağa o ayrı :) Günü İzmir' de sürterek geçirdikten sonra ertesi gün sabah kalkıp kahvaltıya Çeşme' ye yollandık.
Hıncal' ın favori mekanlarından Çeşme' ye gelmeden Zeytinler beldesindeki Hanedan isimli denemeye karar verdik. Aslında yol kenarında tam bir yol üstü esnaf lokantası görünümünde. Fakat otoparktaki araba kalabalığından ve arabaların markalarından meşhur bir yer olduğu anlaşılıyor. Hıncal yine haklı çıktı, gerçekten güzel bir kahvaltı yaptık, lavaşlar ve çiğ börek enfesti, mutlaka deneyin derim. Fiyatlar şaka gibi, İstanbul' da çok üst düzey diye geçinip, saçma sapan hesaplar ödemek zorunda bırakan yerlere, sıradan hatta standart altı kahvaltılara verdiğim paralara bir kez daha acıdım. Hanedan' a gitmek için, Çeşme otobanında giderken Çeşme' ye varmadan önce Zeytinler' den çıkınca gişelerden sonra sola dönün, 200 metre sonra solda göreceksiniz.
Kahvaltı sonrası 7800 Otel' e gitmeye karar verdik. Otele gelip arabadan indiğimizde şiddetli bir rüzgar bizi karşıladı. Ama hava çok güzel, ilk kez geldiğimiz otel de çok hoşumuza gitti. Yukarıda resmi görünen otel modern bir dekorasyon ile inşa edilmiş. Odaları görmedik fakat yaşam alanları, restoran ve bar kısmı ile çimlerin üzeri güneşlenme bölgesi, kumsal ve iskele oldukça şık olmuş. Resimde görünen havuz 36 derece termal su. Bir mekana gittiğimde en çok dikkat ettiğim yerlerden olan tuvaletler bile son derece güzel dekore edilmiş. Hemen paparrazziliğe başlayalım, otel sahipleri Gökhan Çarmıklı ve Siren Ertan bir köşede arkadaşlarıyla oturuyorlardı, GS yöneticisi Haldun Üstünel erkek arkadaşlarıyla güneşleniyordu. Biz de çimlerin üzerindeki şezlonglara güneşlenmek üzere attık kendimizi..
Aşırı rüzgar hava sıcaklığı yüzünden beni çok rahatsız etmedi, bütün gün güneşlendim diyebilirim, fakat arkadaşımız olan "dede" her zamanki gibi üşüdü :) Özellikle ben denize giriyorum dediğimde surat ifadesini görmeliydiniz :) Biz denize doğru giderken arkamızdan bu havada denize mi girilir, manyaksınız siz, zatürre olacaksınız vb. bilimum caydırıcı cümleleri kullanmaya devam ediyordu :) Dede bizi şaşkın gözlerle izlerken kendimizi suya attık zaten..Sezonun kapanışını yaparken nefis denizden çıkmak istemedim, 40 dk. kadar kiteboard yapanları izleyerek dalgalı denizde yatış yaptım.
Gün boyu 7800 de vakit geçirdikten sonra beraber geldiğimiz arkadaşımızın bir kız arkadaşı da Çeşme' deymiş, onlarla buluşmak üzere Çeşme' ye geçtik, bu arada benim karnım da acıktığından bir an önce Alaçatı' ya yemek için çökmenin peşindeyim haliyle. Yemek öncesi yeni tanıştığımız hanımefendi bizi nezaketle evine davet etti, ben çok aç olduğumdan önce yemek sonrası uğrayalım dedim ama evim Alaçatı' da, yürüyüş yolunun hemen arka sokağı diyince kıramayıp uğramaya karar verdik. Alaçatı' nın o dar arka sokaklarından arabayla girip, labirent gibi dolandıktan sonra eve ulaştık. Dışarıdan pek anlaşılmıyor fakat geniş kapıdan içeri girdiğinizde kısa süreli bir şaşkınlık ve sonrasında etkileyici bir görüntü karşınıza çıkıyor. Avlu benzeri bir genişlik, hemen sağ taraftaki minyatür havuz ile çok şirin olmuş. Endüstriyel tasarımcı olan ev sahibi hanım, her kadının içinde olan dekorasyon uzmanlığını da birleştirerek eskiden bildiğiniz ahır olan evi sıfırdan yaratmış. Yurtdışı seyahatlerinden topladığı değişik aksesuarlarla, dekorasyon malzemeleri ve materyallerle bir harman yapmış, sonuç çok değişik ve güzel olmuş. Yüksek tavanlar, büyük pencereler, ilginç mobilya detaylarıyla birleşmiş, modern bir salon görüntüsünden çıkıp bir odaya girdiğinizde yüksek ve tek parça şilteler sizi karşılıyor, eskiden anneanne ve babaanne evlerindeki yüklük kokusu burnunuza çarpıyor, insanın bir anda aklına çocukluk günleri geliyor, kendini şilteye atıp hoplayıp zıplayası geliyor. Üst katta büyük bir teras var ve House Cafe' lerdeki büyük masa modeli bir masa, ortam tam kalabalık grupla mangallık. Üst kattan merdivenle aşağı iniş ise yine bir şaşkınlığa sebep oluyor, hamam benzeri bir banyoya giriyorsunuz. Yıkanılan yerdeki mermer eskitilmiş görünümlü, duş perdesi ise sanki çuval..Bu değişik banyodan çıkınca ise yine avluya varıyorsunuz, kısa süreli bir şaşkınlık daha. Bu arada bir detay vereyim, avlunun üst duvarına çerçeve içinde bu taş evin yapımında kullanılan taşları kıran ustanın kullandığı çekiç asılmış. Evi "aaaa" sesleri eşliğinde dolaştıktan sonra müsade isteyerek yemeğe yollandık. Evden çıkıp binbir türlü ünlüyü görebileceğiniz sağlı sollu restoranların yer aldığı Alaçatı yürüyüş sokağına gelmek 15 saniye sürüyor, lokasyon gerçekten harika.
Sezon sonu olmasına rağmen bayram sebebiyle Alaçatı çok kalabalıktı, özellikle saat akşam 10 sularında hınca hınç oldu diyebilirim. Tuval' in olduğu bölgeden omuz omuza sürtünerek geçiliyordu. Senenin favorisi El Beso da, damak tadına çok güvendiğim bir arkadaşımın yine onun gibi gurme olan abisi tarafından övgüyle söz edilen rakılı dondurmayı denedim. Sonuç harika, mutlaka denemenizi isterim, hayal edilemeyecek kadar değişik ve güzel bir lezzet. İmkan olsa birkaç kilo alıp eve getirecektim, o derece güzel..Bu arada Paparrazziliğe devam, Haldun Üstünel ve kalabalık grubu El Beso da yemekte, Burcu Esmersoy yeni manitasıyla turluyor :)
Dondurmadan sonra kahveler bölgesinde oturup birşeyler içtik, sonra yine yemek öncesi evini ziyaret ettiğimiz hanım arkadaşımızla buluşup, onun tavsiyesi üzerine Nar isimli bir mekana gittik. Gitiğimizde boş olan mekan birdenbire kalabalıklaştı ve yine tanıdık simalar gözüktü, Kaan Urgancıoğlu arkadaş grubuyla bir köşede, Haldun Üstünel yine sahnede. Bu adam da bizi mi takip ediyor ne :)
En son Ağustos sonunda kendi aramızda bu sene ilk kez Çeşme' ye gitmedik diye konuşurken, yaz bitimi Eylül ortasında kendimizi yine çeşmede bulmamız seyahat dönüşü arabada esas konumuzdu. Ne yapıp edip yine Çeşme ye çöktük ya, artık ben daha ne diyeyim..Çeşme ertesi hemen bir gün sonra ise istikamet aynen Uzakdoğu, canım karım çektiğimiz resimlerin tümünü silmek suretiyle yok etti ama olsun, neyse ki cep telefonuyla da bir kaç kare çekmiştim..
HK ve Çin günleri azzzzz sonnnraaaaa :)