Bu Blogda Ara

22 Ekim 2010 Cuma

Paris


Sonunda Paris seyahatine gelebildik. Bir süredir paylaşacağımı ilettiğim seyahate, biraz gecikmeli de olsa nihayet sıra geldi. Uçakta millerimiz sağolsun "perdenin" arkasındayız! Hiç haberimiz olmamasına rağmen çok tesadüfi bir şekilde tam da Paris' te düzenlenen iki ayrı tekstil fuarı tarihlerine denk gelmişiz. Bunu uçağa giriş sırasında birtakım kalantor abilerin "sende mi fuara", "vay naber hangi oteldesin" vs. muhabbetlerinden farkediyoruz. Koltuklarımıza bir oturduk ki Allah' ım nereye düştük olduk. Perdenin arkasında bizim dışımızdaki herkes birbirini tanıyor ve muhabbet şöyle gidiyor, biri diğerine "Bizde İtalya' da yeni fabrika aldık, şimdi çalışanları seçmekle uğraşıyoruz", diğeri başka birine altı-yedi sıfırlı ihracat rakamlarından bahsediyor falanlar filanlar.
Biz ise kendi halimizde şaşkın şaşkın etrafımızı dinliyoruz..Kazananlar klubünün üyelerinin muhabbetlerinden gına gelince, kulaklığı takıp kendimizi gazete ve dergiye verdik haliyle. Sorunsuz seyahatimiz sonrası daha uçaktan dışarı adım attık ki yanlış anlaşılmasın daha körüğe geçtik, karşımızda iki Fransız polisi pasaport sordu. Çüş artık, bu kadar da olmaz gibisinden bir bakış fırlatıp gösterdik amcalara pasaportları ve körüğe girebildik. Tabi arkasından yine normal pasaport kontrolüne giriliyor merak etmeyin..Bavulları aldık, dışarı çıkacağız iki kamil daha çevirdi ve yine pasaport kontrolü. Zaten baymışım, daha önce iki farklı kişiye gösterdik yetmedi mi diye sordum. Kamil şaşırdı, tekrar ama daha kibar bir dille bakması gerektiğini söyledi, bizde tekrar ve üçüncü kez verdik, arkasından ahret soruları başladı. Niye geldiniz, kaç gün kalacaksınız, nerde kalıyorsunuz, ne zaman dönüş, kaç paran var vs. En son kaç paran var sorusunda iyice arızaya bağladım ve kaç para lazım, ihtiyacın mı var diye sordum herife. Adam duraksadı ve pasaportlarımızı geri verip buyrun geçin dedi sonunda.
Bavulları alıp shuttle durağına geçtik ve beklemeye başladık. Nereden bilebilirdim ki önümüzdeki bir saatin acılı geçeceğini..Neyse shuttle geldi, bavulları alıp otobüse bindik ve havaalanından şehre doğru yolculuk başladı. TEM benzeri bir yolda seyir halindeyiz, etrafı seyrederek bir 20 dk. yol aldık ki canım karım bana dönüp, "hayatım kitabım sende mi?" diye bir soru yöneltti. Bende dönüp, "ne kitabı?"diye sordum. Yüzü hafiften değişerek "hani uçakta okuyordum ya Evrenden Torpilim Var ismi, arasına da pasaportumu koymuştum" dedi ve bir an için boynumdan yukarı doğru bir ısı artışı hissettim. "Hayır ben kitap falan almadım, çantana bak" dedim, bu sırada da içimden ne olur çantada olsun diye duaya başladım. Tabi ki çantada değildi, hatta yanımızda da değildi..Sevgili karım kitap ayracı olarak pasaport kullanmayı tercih etmişti, üstüne üstlük kitap ve pasaportu bavul taşımada kullandığımız arabaların sepet kısmında bırakmıştı. Hışımla ayağa kalktım ve otobüsten inmeye yeltendim ki birden havaalanı ile Paris merkez arasında çalışan, yol boyunca hiç durmayan shuttle' da olduğumuzu hatırladım. Bu sırada karşımızda oturan iki Fransız kadın anlamaz gözlerle şaşkın şaşkın bize bakıyor. Tekrar yerime oturdum ve sinir küpü halinde önümüzdeki birkaç gün boyunca konsoloslukta ne tip sürünme ve işkenceler yaşayabiliriz diye düşünmeye başladım. Bu sırada canım karım bana "hayatım iyi tarafından bakalım, bak şu an yaşıyoruz ya uçak düşseydi de ölseydik, olan pasaport kaybı olsun" gibi çeşitli avutma cümleleri kurmakla meşguldü! Birden aklıma Serdar Turgut geldi. Karısıyla yaşadıklarını yazdığı komik yazıları okuyup kendi kendime gülerdim, meğer insanın başına gelmesi gerekiyormuş ki gülmek ya da ağlamak arasında seçim yapılabilsin!
Kafamı toparlayıp düşünmeye başladım. Gelişmiş bir Avrupa ülkesinde kaybolan bir pasaportun bulunma ihtimali, bizim ülkemize göre yüksekti. Havaalanına geri dönüp kayıp bürosuna gidip pasaport bulan olup olmadığını sorgulamak, eğer henüz bulunmadıysa kaybedildiğine dair bilgi bırakıp bulunması halinde de haber vermeleri amacıyla iletişim bilgilerimizi bırakmak yerinde olacaktı. Önce shuttle merkeze geldiğinde inmeyerek aynı otobüsle geri dönmeyi düşündüm, ama sonra nasıl olsa merkeze gelmişken gidip otele giriş yapıp bavulları bırakıp öyle geri dönmek daha uygun olur diye düşündüm. Kayıp bürosuna gerekli başvuruyu yaptıktan sonra da Paris' e geri dönüp konsolosluğa müracaat etmek gerekecekti. Neyse shuttle merkeze geldi, La Fayette' in önünde inip otele doğru yürümeye başladık ki telefonum çaldı. Baktım tanımadık yurtdışı bir numara. Açtım, karşıdaki ses ismimi söyleyerek müsaitsem görüşmek istediğini sordu, bende buyrun tabi dedim. Ve ardından söyledikleri sanki kızgın kumda bir süre çıplak ayak yürüdükten sonra serin sulara basma hissi yarattı..
Arayan THY havaalanı ofisten bir yetkiliydi, kayıp pasaportumuz bulunmuştu, kendilerinden uğrayıp alabilirdik. O an şu anda müsait değiliz, Paris' e yeni geldiğimiz için biraz dolaşacağız, siz lütfen kuryeyle otelimize gönderin demeyi düşündüm, desem de yalan olur, şaka yapıyorum merak etmeyin..Minnettarlığımı belirten birkaç sözden sonra 1 saat içerisinde orada olacağımı söyleyerek tekrar tekrar teşekkür edip telefonu kapadım. Otele varır varmaz bavulları odaya fırlattık ve aynen havaalanına geri dönüş..THY ofise vardık, kendimi tanıttım, pasaportu aldık ve bir rahatlama dalgası daha yayıldı içimde. Bu sırada canım karım "sor bakalım kitap neredeymiş, onu bulamamışlar mı?" diye bir soru yöneltti. Haliyle cevap verilesi bir soru değildi ve yeniden merkeze dönmek üzere shuttle a yürümeye başladım. İşte Paris' teki ilk günümüz havaalanı-merkez arasında gidip gelerek böyle geçti..
Paris bilgileri bir sonraki yazıda geliyor, saygılar.

15 Ekim 2010 Cuma

Sota Mekan




Bir türlü Paris seyahatini anlatamadım nedense, yine konu seyahat dışı, ama bir sonraki yazı konusu mutlaka Paris olacak, Oray Eğin' in dediği gibi, seyahat hanut değil alın teri ;)
Her ne kadar Cihangir, Beyoğlu, Taksim civarı mekanlardan pek hazetmesemde, yandaki resimlerde de görüldüğü gibi içeri girer girmez sizi başka bir boyuta geçiren farklı dekorasyonu ve aynı Limonlu Bahçe' deki bahçeye girişteki hissi yaşatan şirin bahçesi ile yeni ve pek de keşfedilmemiş bir yer olmasından ötürü tavsiye edeceğim bir yer Sota. İç mekan gerçekten çok çok büyük, büyük giriş kapısından başlayarak birbirinden farklı dekore edilmiş ve köşedeki kuyruklu piyanosuyla ortam sanki bir film setini andırıyor. Hemen belirteyim eğer çalmayı biliyorsanız çekinmeden piyanonun başına oturup yeteneklerinizi sergileyebilirsiniz. Ayrıca iç mekan duvarlarında Ara Güler' in objektifinden "Sota Yerler" isimli bir sergi de yer alıyor. Bunda mekanın ortaklarından birinin Ara Güler ile çalışmasının payı büyük elbette..
Adından da anlaşılacağı üzere kıyıda köşede kalmış mekan, pek yol üstü uğrak yerlerinden değil, şu sıralar sobe yemek istemeyenlerin favorisi olabilir. Tam Cihangir' den Çukurcuma' ya inen yokuşta, sağdaki çıkmaz sokakta yer alıyor. Cihangir' deki meşhur ve kalabalık mekanların tersine hem personel, hem de müşteri kitlesi olarak sıcakkanlı bir ortam var, kendini beğenmişlikten uzak havası kendinizi rahat hissetmenizi sağlıyor. Servis hafiften ağır olsa da iyi niyetli ve güleryüzlü çalışanlar bu açığı kapatıyor.
Hem bahçede hem de iç mekanda oluşturulan birbirinden bağımsız oturma grupları ister yemek, ister çay kahve, ister kitap okuma için konuşlanabileceğiniz bölümler yaratmış. Rahatsız edilmeden sakin bir ortamda uzun saatler geçirebilirsiniz.
Menü zengin sayılabilecek genişlikte, dünya mutfağından tanıdık yemekler, salatalar, ara sıcaklar dışında ülkemizin yerel lezzetlerinden örneklerde var ve hoşuma giden bir detay; istediğiniz saatte kahvaltı veriyorlar aklınızda olsun.
Açık adres; Altıpatlar Sok. Çubukçu Çıkmazı 3A, Çukurcuma Tel: 293 53 00
Sote yer arayanlara şiddetle tavsiye olunur, gittiğinizde Civeleği sorun, benden de selam söyleyin ;)